Yapay Zeka Haberlerinden Notlar – 6

16 Şubat – 20 Şubat tarihleri arasında yapay zeka haberlerinden gözüme çarpanlardan çıkardığım notlar.


  • Geçen bölümü Google’ın Gemini 1.5 duyurusuyla bitirmiştim. Ben o yazıyı yazdıktan üç saat sonra OpenAI‘den bir bomba geldi ve Sora adında yeni bir yapay zeka modelini duyurdu. Yeni text-to-video yapay zeka -AI- modeli ile metni 60 saniyeye kadar videoya dönüştürebiliyor. Ve ilk sürüm Sora’dan çıkan videolar gerçekten göz alıcı. Şu an kendi içindeki ‘Red Team’ olarak adlandırılan ekibin ve seçilmiş bazı sanatçıların test ettiği video AI modeli için son kullanıcıların biraz daha beklemesi gerekecek. Yukarıdaki teknik açıklamanın yapıldığı resmi sayfasına giderseniz hali hazırdaki video çıktılarının ne kadar iyi olduğunu görebilirsiniz. Henüz yeni hayatımıza giren yapay zekanın emekle aşamalarında bile bu kadar etkileyici olması, gelecek seneler için hem korkutuyor hem heyecanlandırıyor.
Okumaya devam et Yapay Zeka Haberlerinden Notlar – 6

Covid-19 Salgını ve Bana Düşündürdükleri

Covid-19 salgını nam-ı diğer korona virüs. Benim bakış açımla insanlığın içine düştüğü kokuşmuş çukuru görünür kılan görünmez tehlike.

Türkiye’de 10 Mart 2020 tarihinde sağlık bakanının ‘ilk vaka tespit edildi‘ açıklamasıyla resmi olarak duyurulan corona virüs hastalığı; oldukça bulaşıcı olması nedeniyle 2019’un son günlerinde (12 Aralık) Çin‘in Wuhan kentinde ortaya çıktıktan sonra dünya genelinde hızlıca yayıldı. Dünya Sağlık Örgütü’nün küresel pandemi ilan etmesi fazla uzun sürmedi ve 11 Mart tarihinde ilan edildi. Ama benim konum bu değil. Kendi bakış açımla gördüklerimi ve manevi hastalıklarım(ız)dan bahsetmek için bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ayrıca bir blog tutupta Covid-19 gibi 100 yılda bir gelen felaket için bir şeyler yazmasam olmazdı.

Bu noktada şunu belirtmem gerekiyor. Hayatın akışına ve yaşadığımız olaylara bakışım biraz farklı. Başımıza gelen olaylar, geçmişte yaptığımız seçimlerin sonucu olabileceği gibi; ne olduğumuz gerçeğinin hak ettiklerimizin nedeni olabileceğine inanıyorum. Yani islami manada kadersel bir bakış açısı. Bu nedenle bazen olayların kendisine değil, perdenin arkasındaki manaya odaklanmaya çalışırım.

Pandemi sürecinin bana ne anlattığı konusuna geçmeden önce şu an yaşadıklarımızı genel olarak hatırlamakta fayda var.

  • Mesafe: İnsanlar arası güvenli mesafe uygulaması ile sosyal mesafe kavramının hayatımıza girmesi. Sosyal mesafe uygulaması daha sonra düğün salonları, restoran ve cami gibi toplu bulunulan ortamların kapatılmasına neden oldu. Özellikle Kâbe’nin kapanması islam alemi için ne derece önemli olduğunu söylememe gerek yok.
  • Karantina – Ev Hapsi: Önce ‘evde kalın‘ çağrıları sonra ‘sokağa çıkma yasağı’ ve en son ‘sokağa çıkma kısıtlaması‘ olarak sosyal izolasyon ve hayatımızın devlet tarafından kısıtlanması.
  • Maske uygulaması: Bilimciler tarafından önce hiç bir faydası yok, sonra da olmazsa olmaz ve zorunlu tutulan ağıza maske takma. Bunu ortak kullanım alanlarında zorunlu tutan kurallar dahası hayatımızdan ne zaman çıkacağı da belli değil.
  • El yıkama ve hijyen kuralları: Virüs’ün yayıldığı ilk zamanlar tüm dünyada ellerin nasıl yıkanması gerektiği hakkında özel videolar ve sabun kullanımının öneminin vurgulanması. Toplu alanlarda el dezenfektanlarının bulundurulması ve hijyen kurallarının sürekli hatırlatılması.
  • Sadece yakınlarla cenaze uygulaması: Covid-19 hastalığı nedeniyle ölenlerin defin işlemleri özel şartlar altında gerçekleştiriliyor ve sadece birinci derecede akrabası cenazeye katılabiliyor.
  • Uzaktan eğitim ve evden çalışmayla tanışma: Korona virüsün yayılmaya başladığı günlerde, 19 Mart’ta tatil edilen okullarda öğrencilerin eğitiminin yarıda kalmaması için uzaktan eğitim uygulamasına geçildi. Aynı şekilde bilgisayar veya telefon başında işlerini halledebilecek kişiler için şirketler evden çalışma uygulamasına başladı.
  • Online video ve sohbet uygulamalarının yükselişi: Sosyal izolasyon ve mesafe günümüz iletişim şeklini hızlıca değiştirerek online ortamlara kaydırdı. Çok kişiyle görüntülü toplantı yapma uygulaması Zoom, internetin yeni parlayan yıldızı oldu. Hemen arkasından Google (Meet) ve Facebook (Odalar) gibi büyük şirketler de olaya dahil oldu. Tabi bu arada Youtube ve Netflix gibi online film/dizi/video izleme siteleri de evde kalanların ilk tercihlerinden oldu. Online trafik o kadar artı ki siteler videoların stream edilirken çözünürlüklerini düşürmek zorunda kaldı.
  • Online alışveriş sitelerinde satışların patlaması: Tüketim çılgınlığı salgın veya ev hapsi dinlemedi. İnsanlar AVM’lere gidemedi ama online alışveriş sitelerine adeta saldırdı. Hemen getirme uygulamaları ile günlük market alışverişleri bile online ortamlara kaydı.
  • Stokçuluk: Özellikle salgının ilk günlerinde sokağa çıkma yasağı ile tanışarak insanların panik yapması, doların yükselmesi, hükümetin hafta sonu için sokağa çıkma yasağını 2 saat önceden açıklayarak oluşturduğu kargaşa ve Türkiye ekonomisindeki çalkantılı süreç bazılarını yiyecek ve içecek ürünlerini stok yapmaya itti.
  • Fırsatçılık / fahiş fiyatlar: Aslında her zaman olan ama koronavirüs salgınında iyice ayyuka çıkan aç gözlüğün toplumda yer ettiği gerçeği. En hassas olduğumuz durumlarda bile ne hale geldiğimizi göstermesi hakikaten ibretlik. Maske, kolonya ve dezenfektan gibi toplum sağlığını ilgilendiren bazı ürünlerde fiyatların 30-40 kat artması akıl alır gibi değil. Bunun yanında webcam veya oyun konsolları gibi teknoloji ürünleri de arttı (doların yükselmesinin de etkisi var) ama bunlardan bahsetmiyorum bile.
  • Covid-19’un küresel bir salgın olması: Bu maddeyi özellikle eklemek istedim çünkü şu an yaşadığımız grip salgının en önemli detaylarından olması. Din, dil, ırk, sosyal statü, zengin ve fakir ayrımı yapmadan dünya çapında herkesi etkilemesi. Özellikle 60 yaş üstü insanlarda ölüm oranının yüksek olduğunu notunuda ekleyelim.

Bakış açısını değiştirdiğimde corona virüs salgınının nedenlerini, etkilerini ve nelerle karşılaşabileceğimiz hakkında düşündüklerim.

  • Hastalığı ve ölümü görünce ağzımızı veya elimizi temizlediğimiz gibi daha önce kalplerimizi temiz tutsaydık şimdi bunlar başımıza gelmezdi.
  • O kadar boş (!) hayatlar yaşıyor ve boş konuşuyorduk ki ağızlarımız kapandığı gibi, Rabbimiz bedenlerimizi de evlere kapattı.
  • Aile ve akrabalık bağlarını kopardık ve şimdi Allah Azze ve Celle’de herkes arasındaki mesafeyi arttırdı. Yakınlarımızın cenazelerine bile gitmemize izin verilmiyor
  • Müslümanlarda kafirlerle aynı belaya uğradı çünkü onlar gibi yaşıyorlar ve onlara benziyorlardı.
  • Kâbe’yi bize kapattı ve artık azap vaktinin geldiğini gösterdi. Dünya’nın en kutsal yeri kapatıldı.
  • Yaklaşık 2 milyar müslüman olmasına rağmen camiilere bu kadar az kişi gidiyordu artık hiç kimse gidemiyor. Namaz kılanlar da dahil. Çünkü onlarda kendilerine çalışıyor ve başkalarının namaza başlamasına vesile olmaya uğraşmıyorlardı.
  • Bunca felaket ve ölümlere rağmen hâlâ dünya mallarına saldırdık Allah celle celalühü’de bizi fırsatçılarla baş başa bıraktı. Gereksiz ve fazla harcamalarla belki de ileride gelecek daha büyük maddi felaketlere zemin hazırlandı.
  • Dünya mallarına saldırmamız ve stokçuluk bazı ürünlerin fiyatlarının artmasına neden olduğu gibi bazı sahip olunan varlıklarında değerinin düşmesine neden oldu veya olacak. Yakın gelecekte ihtiyacımız olduğunda ne kadar değersizleştiklerini göreceğiz.
  • Son yıllarda dünya genelinde oluşan ekonomik dengesizlik ve sıkıntılar pandeminin de etkisiyle artarak devam edecek. Bir çok firma kapanacak. Bir çok kişi işsiz kalacak. Bir çok insan açlık çekecek.
  • Eskiden TV’lerde, gazetelerde ya da belgesellerde gördümüz Afrika’da açlıktan ölen insanları görüp üzülerek iç çektiğimiz o akibete uğramamız mümkün olabilir. Hak ettik mi diye sorma, bolluk içinde ve Allah’a isyanla yaşadığımız bu ömürle fazlasını hak ettiğimizden şüphem yok.
  • Müslümanlar olarak önce dünya mı, iman mı karar vermek zorundayız. Sağlıklı olarak yaşanacak isyan dolu uzun bir ömür ahiret hayatını felaketle sonuçlandırabilir. Dünya işleriyle uğraşmayalım demiyorum ama önceliklerimizi iyi belirlememiz gerekiyor. Allah kuluna zulmetmez. Rahmet kapısı hep açık ve değerlendirmemiz gerekli.
  • Daha önceki felaketlerde olduğu gibi şimdide bize az bir şey dokunur sonra geçer gider biz de eski hayatımıza döneriz diye düşünüyoruz ya, çok bekleriz… Sonbaharda virüsün tekrar ortaya çıkabileceğinden ve ikinci dalganın daha tehlikeli olabileceğini düşünüyorum. Bu beladan tek bir kurtuluş reçetesi var: Tevbe edip salih amel işlemek.
  • Kişiler ve olaylara takılmaya gerek yok. Ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, teknolojik ve dinsel dönüşüm noktasındayız. Çok dikkatli olmak gerekiyor. İnsanların (özellikle müslümanların) dinini çalmak için çok fazla tuzak var. Yeni putlar ortaya çıkartabilirler. Maddeye bakıp yarar göreceğini düşünen ve hatta insanların iyiliği gibi gözüken şeyler aldatıcı olabilir ve asıl kötü sona neden olabilir. Müslüman uyanık olmalı.
  • Türkiye olarak çok çok çok zor zamanlardan geçeceğiz. Bu kadar zulümün bir bedeli olacak. Yıllardır hapsolduğumuz cendereden çıkmak kolay olmayacak. Allah celle celalühü yardımcımız olsun.
  • Sosyal çalkantılar bazı (büyük) devletlerin yıkılmasına, bazılarının bölünmesine, bazılarının işgal edilmesine tanık olabiliriz. Devletlere olan güvenin sarsıldığı otokratik liderlerin çoğaldığı bu günlerde bazıları için ise fırsatlar doğabilir. Bilemiyorum belki de 3. dünya savaşının provalarıdır.

Burada yazdığım her şey beni bağlar. Geleceğe yönelik yaptığım tahminler olacak diye bir kural yok. En doğrusunu Allah Azze ve Celle bilir. Rabbim bana, aileme ve tüm müslümanlara bu zor günleri en az zararla ve istikâmet üzere yaşayarak geçirmeyi nasip etsin. Allah celle celalühü adını unutturmasın. Amin.

Kanser bir hastalık değil

Bu yazılar çok müthiş, birçok “gizli dünya yönetenlerini” rahatsız ediyor… O kadar ki, örneğin “World Without Cancer”, yani “Kansersiz Dünya” isimli kitap, halen (Türkçe dahil) birçok dile çevrilmedi!

Yani şunu bilin ki, KANSER diye bir hastalık yok! Kanser, sadece vitamin B17 eksikliği! Başka bir şey değil!

Bu yazı http://yalcinkocak.com/kanser-hastalik-degil/ adresinden aynen alınmıştır.

Kemoterapi, ameliyat veya değişik ağır haplar almanıza gerek yok!

Düşünün bir zamanlar denizciler, çok sayıda niçin öldüler?

İSKORBÜT denilen hastalığa yakalanıyorlardı…

Çok sayıda insan öldü…

Ve bazıları da bundan çok büyük PARA ve gelir elde etti!

Sonra ne buldular?

Meğer İskorbüt sadece vitamin C eksikliği imiş!

Yani hastalık bile değil…

KANSER de öyle!

KANSER SANAYİSİ var artık.

KANSER den milyarlarca PARA kazananlar var!

Bu konu çok uzun. Çok derin…

KANSER SANAYİSİNİN kökü, ta ikinci dünya savaşına kadar dayanıyor…

Ne dolaplar dönüyor…

SİZ İNANMAYIN…

Her gün sadece 15–20 kayısı çekirdeği yemeniz yeterli..

Kanser olmuşsanız, önce KANSERİN ne olduğunu ANLAMAYA çalısın.

KORKMAYIN!

Sakın KEMOTERAPİ filan yaptırmayın…

ARAŞTIRIN önce…

Biz bu siteyi bazı “sözde doktorların sayfasına gönderdik, facebook’ ta, 5 dakika bile geçmeden “yorumsuz” olarak sildiler…

SİZ bu kitabin TÜRKÇEYE ÇEVRİLMESİ için DUA edin…

ÇOK ÇOK ÖNEMLİ bir eser bu..

Tekrar edelim:

Günümüzde İskorbüt den ölen var mı artık? YOK! Çaresi biliniyor…

Peki KANSER?

SANAYİ haline gelmiş… Ancak, çaresi çoktan bulundu:

VİTAMİN B 17 eksikliği… Hepsi bu…

Buğday çimi ekin… Buğday şırası için.

Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya’da içtikleri Buğday şırası geliyor. Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi. Pakistan’daki Hunzakut Prensliği’nde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar. Türkiye’de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor. Ödemiş’le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ’ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor. Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.

Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.

Buğday müthiş bir kanser ilacıdır. Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır. Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir. Taze olarak kullanılan Buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.

Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.

Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan laetril içermektedir.

Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara) Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale getiren enzimler ve amino grup asitler bulmuştur.

  • Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
  • Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri…
  • Buğday şırasını herkes üretebilir mi ?
  • Evet, herkes üretebilir.

İsterseniz tarif edelim.

Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur. Üzerine 3 bardak su -klorlu olmamak şartıyla- ilave edilir. Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir. Bu ilk su kullanılmaz, dökülür. Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir.24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır.

Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın ise günde 3 kez şıra alınır. Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir. O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.

  • Az önce sözünü ettiğimiz laetril buğday çiminden başka nelerde bulunur? Çünkü anlaşılıyor ki, laetril kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri… Elmanın çekirdeğini de yiyin!
  • Evet, Türkiye’de en kolay laetril’e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir.

Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika’daki ilaç sanayinin maşaları bu ‘laetril’ adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika’da satılan laetril bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD’ye sokulmaktadır. Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Kanserin Ölümü adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.

  • Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi ?
  • Evet öyle. Türkiye’de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var… Pakistan’a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut’ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı. Hanzakut’un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği…
  • Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
  • Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir. Bağışıklık sistemi konusunda Alman Doktor Issel`in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.

DNA ile ilgili keşifler ve paranormal olaylar

Ezoterik ve spritüel öğretmenler, asırlardır “bizim bedenimizin lisan, kelimeler ve düşüncelerle programlanabileceğini”biliyorlardı. İnsan DNA’sı, biyolojik bir internettir ve yapay olana kıyasla pek çok üstünlüğü vardır. Rusya’da ki bilimsel araştırmalar doğrudan veya dolaylı olarak pek çok spritüel konuya açıklama getirmiştir. Bunların arasında gelecekle ilgili bilgiler vermek, sezgiler, ilham, yakından, uzaktan ve ani olarak yapılan şifacılık uygulamaları, kendi kendini tedavi, olumlu olma teknikleri, özellikle spritüel guruların etrafındaki olağanüstü ışıklar/aura, zihnin hava durumu üzerindeki etkileri ve benzeri konular vardır.

Buna ek olarak DNA‘yı kelimelerle etkileyip yeniden programlayabilecek yeni bir ilacın bulunduğuna dair deliller de vardır. Bu ilaç kullanıldığı zaman alışılmışın aksine değiştirilmesi gereken genleri kesip çıkartmaya gerek yoktur. DNA’mızın ancak %10′u protein yapmakta kullanılır. Batıdaki araştırmacılar işte DNA’nın bu bölümüne konsantre olmuşlar ve incelemişlerdir. Geriye kalan %90′lık bölümü ise “işe yaramaz”diye nitelendirmişlerdir. Buna karşılık Rus araştırmacılar, tabiatın aptal olmadığından emindiler ve bu yüzden lisan uzmanları ile genetik uzmanlarından DNA’nın “işe yaramaz”olarak nitelendirilmiş %90′lık bölümünü keşfetmelerini istediler. Elde edilen sonuçlar ise devrim yaratacak nitelikteydi!

Uzmanların bulgularına göre DNA’nın görevi sadece bizim bedenimizi inşa etmek değildi aynı zamanda bilgilerin depolanmasını ve bilgi iletişimini de yapıyordu. Rus lisan uzmanlarının bulgularına göre özellikle “işe yaramayan” %90′lık bölümdeki DNA’lar insanların konuştuğu bütün dillerle aynı kurallara sahipti. Uzmanlar, syntax kurallarını (kelimelerin kalıpları ve cümleleri oluşturmak için ne şekilde bir araya getirildiği), semantikleri (lisan formları üzerinde yapılan anlam çalışmaları) ve temel gramer kurallarını incelediler. Sonuçta bizim DNA’mızdaki alkalin maddesinin belirli bir grameri ve aynen diğer lisanlarda olduğu gibi belirli kuralları olduğunu tespit ettiler. Bu yüzden insanların konuştukları lisanlar tesadüfen ortaya çıkmamıştır; lisanlar bizim DNA’mızın bir yansımasıdır.

Buna ek olarak Rus biyofizikçi ve moleküler biyolog Pjotr Garjajev ve meslektaşları DNA’nın titreşimsel bir davranışı olduğunu da tespit ettiler. Bunun özeti şuydu: “Yaşayan kromozomlar aynen endojen (içsel) lazer radyasyonu kullanan holografik bir bilgisayar gibi çalışır.”Bu söylemi şu deneyle açıkladılar :- Bilim adamları, örneğin, ses gibi belirli frekans desenlerini (patterns) lazere benzer bir ışına modüle ettiler (modulate:kiplemek ) ettiler ve bu da DNA frekansını dolayısıyla da genetik bilginin kendisini etkiledi. DNA-alkaline çiftlerinin ve insanların konuştuğu lisanların daha önce açıklandığı gibi yapısı aynı olduğundan ayrıca bir kod çözümlemesi yapmaya da gerek yoktu. Bu işlemde insanların konuştuğu lisanının kelime ve cümleleri rahatlıkla kullanılabilir ve yapılan deneyde bunu ispatlamaktadır.

Şayet, uygun ses frekansları kullanılırsa canlı bir dokuda yaşayan DNA maddesi her zaman için lisanla etkilene lazer ışınlarına ve hatta radyo dalgalarına reaksiyon gösterecektir. Bu prensipte bilimsel olarak olumluluk, onay belirten sözlerin, hipnozun ve benzeri şeylerin insanlarda ve onların bedenlerinde neden çok güçlü etkileri olduğunu izah etmektedir. Bizim DNA’mızın lisana reaksiyon göstermesi çok doğal ve normaldir.

Batılı araştırmacılar DNA strandlerinden (iplik-zincir) teker teker genleri kesip çıkartırlar ve başka yerlere yerleştirirler, buna karşın Rus araştırmacılar ise hücre metabolizmasını değişken radyo ve frekans dalgaları ile etkileyen cihazları büyük bir zevkle geliştirmişler ve genetik bozuklukları bu şekilde tamir yoluna gitmişlerdir. Öyle ki daha da ileri giderek belirli bir DNA dan bilgi desenlerini yakalayarak başka birine aktarmışlar ve bu şekilde hücreleri başka bir genome için yeniden programlamışlardır. Böylece kurbağa embriyonlarını başarıyla salamender (bir tür sürüngen) embriyonlarına dönüştürmüşler ve bunu da sadece DNA bilgi desenlerini aktarma yoluyla yapmışlardır. Bu yöntemle bilginin tümü herhangi bir yan etki veya uyumsuzluk olmadan nakledilebilmiştir. Hâlbuki, tek başına bir gen kesilip çıkartıldığında veyahut yeni bir yere nakledildiğinde yan etkiler ve uyumsuzluklar olabiliyordu. Bu inanılmaz ve dünyayı değiştirecek bir devrim gibidir. Genleri kesip çıkartmak yerine sadece titreşim, ses frekansları ve lisan kullanılarak sonuca varılmıştır.

Bu deney, dalga genetiğinin muazzam gücüne işaret eder. Dalga genetiğinin organizmaların oluşmasında alkaline sekanslarının (Adenin-timin-guanin-sitozin bazlarının oluşturduğu bilgi bankası) biyokimyasal işlemlerinden daha etkili olduğu kesindir.

Asırlardır ezoterik ve spiritüel öğreticiler bizim bedenimizin lisan, kelimeler ve düşüncelerle programlanabildiğini bilirler. Şimdi ise bu gerçek bilimsel olarak da ispat edilmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi için doğru frekansın kullanılması gereklidir, işte bu nedenle herkes bu işi aynı güçte başaramayabilir. DNA ile ilgili şuurlu bir iletişim sağlayabilmek için kişinin önce kendi içsel prosesleri ve gelişimi üzerinde çalışması gereklidir.

Rus araştırmacılar bu faktörlere bağımlı olmayan, ancak SÜREKLİ işlevselliğini koruyacak bir metot üzerinde çalışmaktadırlar, burada en temel şart doğru frekansın kullanılmasıdır. Kişinin şuuru/farkındalığı ne kadar gelişmişse herhangi bir araca olan gereksinimi de o derecede azalır ve kişi kendi başına sonuç alabilir. Eninde sonunda bilim bu fikirlere gülmekten vazgeçecek ve sonuçları teyit ederek izah edecektir. Ama, her şey bununla bitmiyor!

Bunlara ilaveten Rus bilim adamları DNA’nın bir vakumda (boşlukta) rahatsız edici özellikler gösterdiğini ve manyetize solucan/kurt delikleri ürettiğini tespit etmişlerdir. Bu kurt delikleri yanmış yıldızların kara deliklerde bıraktıkları ve Einstein-Rosen köprüleri olarak anılan kurt deliklerinin mikroskobik benzerleridir.

Evrende bu delikler uzay ve zamanın dışında tümüyle farklı alanlar arasında bilgi akışını sağlayan tünellerdir. DNA bu bilgi parçacıklarını yakalar ve bizim şuurumuza nakleder. Bu tür hiper-iletişimin (telepati, channeling) en etkili yaşandığı zaman istirahat halidir.

Stres, kaygılar, korkular veya hiperaktif bir zekâ başarılı bir hiper iletişimi engeller veya gelen bilginin tamamen bozulmasına veya işe yaramaz bir şekle dönüşmesine sebep olur. Böceklerin yaşamının organize ve düzenli bir şekilde akışı bunun en güzel ispatıdır. Modern insan ise bunu daha sübtil (latif) seviyelerde “altıncı his” olarak bilir. Bizlerde yeniden bu yeteneği kazanabiliriz.

Doğadaki örneklere baktığımızda kraliçe karınca kolonisinden ayrı kalınca gerideki işçi karıncalar mevcut plana göre hızla çalışırlar. Fakat, kraliçe ölürse koloni içindeki bütün çalışma durur. Karıncaların hiçbirisi ne yapacağını bilemez. Bu da açıkça gösteriyor ki kraliçe karınca uzakta bile olsa elemanlarına grup şuuru aracıyla çalışma planlarını aktarabilmektedir. Bu işlem kraliçe sağ olduğu sürece ne kadar uzakta olursa olsun devam eder.

İnsanlarda ise hiper-iletişim en çok kişi kendi veri tabanından farklı bir bilgiye rastlandığı zaman ortaya çıkar. Böyle bir hiper iletişim ilham veya sezgi veya trans halinde yaşanır. Örneğin, İtalyan kompozitör Giuseppe Tartini bir gece yatağının yanında şeytanın oturup violensel çaldığı bir rüya görür. (Besteci bu rüyayı 1765 yılında görmüştür. Kendi ifadesine göre bu müzik o zamana kadar duyduğu hiçbir şey benzemiyordu, son derece akıllı, akıcı ve heyecan verici idi) Aynı gecenin sabahında Tartini çalınan parçayı hafızasından aynen notaya dökmüş ve bu esere “Şeytanın Heyecanı Sonatı” ismini vermiştir.

Yıllar boyunca 42 yaşında bir erkek hastabakıcı ise rüyasında bir çeşit bilgi CD-Rom’una takılı olduğunu ve kendisine hayal edebileceğiniz bütün konularla ilgi bilgi ulaştırıldığını görüp durdu. İşin ilginç tarafı sabah uyanınca rüyasında gelen bu bilgilerin tümünü de hatırlayabiliyordu. Rüyalarında öylesine bir bilgi seli vardı ki sanki bir gecede bütün bir ansiklopedi kendisine iletiliyordu. Ayrıca, gelen bilgilerin çoğu o zamana kadar kendi edinmiş olduğu kişisel bilgilerinden çok farklı idi. Öyle ki, hakkında hiçbir şey bilmediği teknik konuların detayları bile ona ulaşıyordu. İşte, bu örnekte görüldüğü gibi hiper iletişim olduğu zaman hem DNA da hem de insanda olağan üstü algılamalar olabilir.

Rus bilim adamları DNA örneklerini lazer ışını ile aydınlattıkları zaman ekranda belirli bir dalga formu oluştu. DNA örnekleri geri çekildiğinde ise dalga formu kaybolmadı ve olduğu gibi kaldı. Aynı olay daha pek çok kontrollü deney de görülmüştür. Geriye çekilen ve enerji alanı kendi başına kalmış DNA örneğinden aynı dalga formu gelmeye devam etmiştir.

Bu etkiye hayalet DNA etkisi denmektedir. Uzay ve zamanın dışından gelen enerji DNA’nın geri çekilmesine rağmen harekete geçirilmiş kurt deliklerinden akmaya devam etmektedir. Bu tip yan etkiler çoğunlukla insanlar arasındaki hiper-iletişimde görülür ve çoğu kez ilgili kişilerin etrafında izah edilemeyen bir elektro manyetik alan tespit edilir.

Böylesi durumlarda CD çalar ve benzeri elektronik cihazlar etkilenir ve saatlerce çalışmayabilirler. Bu elektromanyetik alan yavaşça yok olduğunda ise cihazlar tekrardan normal fonksiyonlarını yapmaya başlarlar. Pek çok şifacı ve medyum bu olaya yaptıkları işlerden dolayı tanık olmuşlardır.. Enerji ve atmosfer ne kadar iyi ise kayıt cihazları içinde durum o kadar rahatsız edicidir. Tam bu dakikada cihazların çalışması durur. Çoğu kez ertesi gün sabah her şey normale döner.

Belki de pek çok kişinin bu konuya inanması için bu yazılanları okumaları yeterli olacaktır. Bu kişiler daha fazla detaylı teknik bilgiye belki de anlayamayacakları için ihtiyaç duymayacaklardır. Bu da onların hiper iletişimde çok başarılı olduklarını gösterir. Alman yazarlar Grazyna Gosar ve Franz Bludorf “Vernetzte Intelligenz” isimli kitaplarında bu bağlantıları çok açık ve net bir biçimde anlatmaktadırlar.

Yazarlar, ayrıca bazı kaynaklara dayanarak verdikleri bilgilerde ilk çağlarda insanların aynen hayvanlar gibi çok kuvvetli bir şekilde grup şuuruna bağlı olduklarını ve sürekli grup halinde, toplu olarak hareket ettiklerini belirtirler. Birimselliğimizi geliştirmek ve uygulayabilmek uğruna biz insanlar hiper iletişimi tümüyle unutmuş bulunuyoruz.

Ancak, şimdilerde artık birimsel şuur seviyemiz oldukça dengeli bir hale geldiği için bizler yeni bir grup şuurunu yaratabiliriz. Kısacası bütün bilgilere DNA’mız vasıtasıyla başkaları tarafından zorlanmadan veya uzaktan kumanda edilmeden ulaşabiliriz. Şimdi artık biliyoruz ki interneti kullanırken bizim DNA’mız bu iletişim ağına bilgi yükleyebilir veya bu ağdan bilgi alabilir ve de bu ağı paylaşan diğer kişilerle temas kurabilir. Uzaktan şifa vermek, telepati veya birinin durumunu “uzaktan hissetme” olaylar bu şekilde izah edilebilir. Örneğin, bazı hayvanlar sahipleri uzakta iken onların ne zaman eve dönmeyi planladıklarını hissedebilirler.

Bütün bunlar grup şuuru ve hiper iletişim kavramları ile açıklanabilir. Hiçbir dönemde kollektif şuur bireylerde belirli bir kişilik olmadan kullanılamaz, aksi halde bizler tekrar kolayca yönlendirilen ilkel sürü içgüdüsüne geri dönebiliriz. Yeni milenyumda hiper iletişimin anlamı kesinlikle çok farklıdır.

Araştırmacıların düşüncesine göre şimdi tamamen bireysellikle yoğrulmuş insanlar tekrardan grup şuurunu kazanırlarsa o zaman onlar sanki tanrısal bir yaratıcı güce sahip olacaklar ve dünya üzerinde değişiklikler ve yeniden şekillendirmeler yapabileceklerdir. Ve şimdi insanlık böyle yeni bir çeşit kollektif şuura doğru yol almaktadır.

Çocukların %50 sinde okula başladıktan hemen sonra sorunlar görülmektedir, çünkü sistem herkesi bir araya yığarak bu kişilerden uyumlu olmalarını istemektedir. Ancak, bugünkü çocuklarda o kadar güçlü bir bireysel kişilik vardır ki kendilerinden istenen bu uyumu reddetmektedirler ve çevreye tuhaf gelen davranışlarından vazgeçmemek için direnmektedirler. Aynı zamanda gün geçtikçe daha fazla sezgileri açık bebek doğmaktadır. Bu çocukların içinde bir şey sürekli olarak yukarıda bahsettiğimiz yeni grup şuuruna yönelmek için çabalamaktadır ve artık bu baskılanamaz bir hale gelmiştir. Örneğin, kural olarak tek bir kişinin hava durumunu etkilemesi zordur, bu ancak grup şuuru (kolektif düşünce, kolektif şuur) ile mümkün olabilir (bu nosyon bazı kabilelere hiç de yabancı değildir.) Hava durumu dünyanın rezonans frekanslarından ile çok güçlü bir şekilde etkilenir (Schumann frekansları). Ancak, bu frekansların aynısı beynimiz tarafından da üretilir, dolayısıyla pek çok kişi bir araya gelip aynı konu üzerinde düşüncelerini senkronize ederlerse veya bazı özel kişiler (spiritüel öğreticiler) düşüncelerini lazer ışını gibi yönlendirirlerse onların hava durumunu etkilemeleri hiç de sürpriz olmaz.

Modern dünya medeniyeti şayet grup şuurunu geliştirebilirse ne çevresel sorunlar ne de enerji kıtlığı ile karşılaşacaktır, çünkü birleşik bir uygarlık olarak böylesine zihinsel güçleri kullanırsa doğal olarak kendi evi olan gezegenin enerjisini de kontrol edebilecektir. Çok sayıda insan, örneğin, barış fikri üzerinde konsantre olup düşünürlerse o zaman dünyada var olan şiddet potansiyeli de yavaş yavaş kaybolur. Açıkça görülüyor ki DNA aynı zamanda organik bir süper iletken olup normal vücut ısısında çalışabilmektedir. Buna karşılık yapay iletkenler ancak -200 ve -140 santigrat derece gibi düşük ısılarda çalışabilmektedirler. Ayrıca, bu süper iletkenler ışığı ve buna bağlı olarak bilgiyi depolayabilmektedirler. İşte bu gerçek DNA’nın bilgiyi nasıl depoladığını daha detaylı açıklamaktadır.

DNA ve kurt delikleri ile ilgili başka bir ilişki daha vardır. Normal olarak bu süper kurt delikleri oldukça dengesizdir ve bir saniyenin dörtte biri kadar bir süre korunabilmektedir. Belirli şartlarda ise dengeli kurt delikleri kendilerini öylesine organize ederler ki belirgin vakum (boşluk) alanları oluştururlar. Örneğin, böyle bir alanda yer çekimi elektriğe dönüştürülebilir. Vakum alanları kendinden ışın veren iyonize gaz toplarıdır ve içlerinde yüklü miktarda enerji barındırlar. Rusya da öyle bölgeler vardır ki buralarda ışık saçan toplar oldukça sık görülür. Bu topları gören insanların kafası karışır. İşte bu yüzden Ruslar bu konuda etkin araştırmalar yapmışlar ve sonuçta yukarıda bahsedilen bazı keşiflere ulaşmışlardır. Pek çok insan boşluk alanlarını gökteki parlak toplar olarak bilir ve bunlara bakıp kendi kendilerine bunların ne olduğunu sorup dururlar.

Ben, bir seferinde böyle bir parlak top gördüm ve aklımdan şöyle bir düşünce geçti “Merhaba, sen yukarıdaki, şayet bir UFO isen üçgen şeklinde uç”. Bunun üzerine ışık topları hemen bir üçgen şeklini aldılar. Bazen de gökyüzünde ki hareketleri buz hokeyi sopalarının vuruşunu andırır. Gökte sessizce kayıp giderken sıfır hızdan inanılmaz yüksek hızlara ulaşırlar. Bu vakum alanlarının sık görüldüğü bölgelerde Ruslar bu ışık toplarının yerden gökyüzüne doğru yükseldiklerini tespit etmişler ve ayrıca bu ışık toplarının düşünce gücü ile yönlendirilebildiklerini de bulmuşlardır. Bu noktadan itibaren vakum alanlarının düşük frekanslı dalgalar yaydıkları ve bunların aynı zamanda bizim beyinlerimizde de üretildiğini tespit etmişlerdir. İşte bu dalga benzerliği nedeni ile ışık topları bizim düşüncelerimize karşılık vermektedirler. Tabii, buna karşılık toprak seviyesinde gördüğünüz bir ışın topuna doğru heyecanla koşmak çok iyi bir fikir olmayabilir, çünkü bu ışık toplarında genlerimizi dahi mutasyona uğratabilecek güçte muazzam bioenerji vardır.

Pek çok spritüel öğretici derin düşünce sırasında veya enerji çalışmalarında böyle görülebilir ışık topları veya ışık sütunları üretebilirler. Bu bilinçli olarak zevkli duyguları tetiklemek için yapılır ve hiçbir zararı yoktur. Tabii bu iş aynı zamanda vakum alanının içindeki düzene, kaliteye ve bu alanın kaynağına bağlıdır. Örneğin, genç bir İngiliz spritüel öğretici olan Ananda’ da olduğu gibi önce hiçbir şey görülemez, ama oturup konuşurken ve hiper iletişim sırasında bir fotoğraf çekilirse bu resimde sandalyenin üzerinde öğreticinin yerinde sadece beyaz bir bulut görülür.

Dünyaya şifa vermek için ortaya konan projeler sırasında çekilen resimlerde de böyle ışık etkileri görülür. Kısacası, bu fenomen yer çekimi ve anti yerçekimi kuvvetleri ile ilişkilidir ve kurt deliklerinin daha dengeli bir formudur ve de bizim zamanımızın ve uzayımızın dışında ki enerjilerle hiper iletişim halindedir. Böyle bir hiper iletişimi ve vakum alanlarını yaşayan ve tecrübe eden eski nesiller önlerinde bir meleğin ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak bizlerde hiper iletişim aracıyla hangi şuur formlarına ulaşabileceğimizi bilemeyiz.

Her ne kadar bunların gerçek var oluşu ile ilgili olarak bilimsel bir ispat yoksa da bu konuda tecrübeleri olan kişilerin hepsi de halüsinasyon görmezler. Bizler bu araştırmalarla kendi gerçeğimizi anlamak yolunda dev bir adım atmış bulunuyoruz. Bilim dünya üzerinde yer çekiminden kaynaklanan anormalliklerin vakum alanları yaratılmasına katkıda bulunduklarını söylemektedir. Yakın zamanlarda Roma’nın güneyinde Rocca di Papa bölgesinde yer çekimi anomalilerine (aykırılık) rastlanmıştır.

Kaynak: http://okyanusum.com/makale/hucre-dna/dna-ile-ilgili-kesifler-paranormal-olaylar/

Hastayım Sana

Ne gariptir ki, insan kaybettikten sonra biliyor kıymetini her şeyin. Hastalıktan önce sağlığın, fakirlikten önce zenginliğin, işsizlikten önce çalışmanın kıymetini bilmek an’ın kıymetini bilmeyen benim gibi insanlar için gerçekten çok zor. Evet bugün hastayım ve sırf can sıkıntısından bu yazıyı yazıyorum. Herkes bir yol tutturmuş gidiyorken öylece bakakalmak hayata… Biraz düşünmeye, biraz üzülmeye birazda dinlenmeye yarıyor hastalık…

Hastalık derken; öyle kolum bacağım koptu, duyu organlarımdan birini kaybettim falan değil… Altı-üstü nezle/grip karışımı bir sarhoşluk benimki…

Siz hiç ölümün köşesinden döndünüz mü bilmiyorum ama ben bir kaç defa döndüm. Tamamiyle kader diyebileceğim bir şekilde. Anlatsam söz uzar ama şunu söyleyebilirim ki, eğer yaşıyorsam Allah istediği içindir. Başka bir açıklaması yok. Gerçekte de hayatlarımız O’nun elinde ama işte; insan denilen varlık tecrübe edince bir başka öğreniyor bir daha unutmayacak şekilde. Unutmuyoruz ama etkisi zamanla azalıyor. Belki gün gelecek bir bardak suyu kendimiz içemeyecek hale geleceğiz ve kötü diye etiketlediğimiz bu zamanları telefonumuzun feneri ile arayacağız. Ama iş işten geçmiş olacak. Ya da kaydettiğimiz bu anları internett e bularak;

“Evet bu yazıyı yazan benim ve şu an 70 yaşında iki ayağı da çukurda olarak yazıyorum. Ölmem an meselesi ama ölemiyorum… Artık ölmek istiyorum !” şeklinde bir yorum patlatacağız…

Peki hayat neden bize bunu yapıyor? Şöyle kendi kendime düşündüğümde belki de hayat en çok bize merhamet gösteriyor…

Bir ceylanvari yaratığı yırtıcı bir kedi ölümüne kovalarken, bacağı kopmuş bir inek doğada yalnız başına ölümü beklerken ve bunları TV ekranından izlerken “Ah canım”, “Vah zavallım” demek kendi vicdanımızı ayakta tutmaya için beyhude bir çaba gibi…

Hayatın bir tuzağı var.

Bazen gözümüze sokar kanatmadan sevebilirsek…

Bazen yolda bırakır bizi koşabilirsek…

Bazen asansörde bırakır çıkabilirsek…

Bazen hasta eder bizi anlayabilirsek….

Gizli Evrenimiz: Hücrelerin Gizli Yaşamı

Bu hücrenin hikayesi yenilenmenin hikayesidir, hücredeki evrenin hikayesidir.

Videodan Notlar:

(Maalesef belgeselin yayınlandığı link patlamış)

Biz farkında olsak da, olmasak da virüslerle olan savaş 7 milyar bedende her saniye devam ediyor.
Bu savaşla birbirimizi değiştiriyor, geliştiriyoruz.
İnsan bedeninde her biri birbirinden farklı 120 trilyon hücre bulunmaktadır.
İnsan hücre çekirdeğinde yaklaşık 23.000 gen bulunuyor.
Hücre içerisinde inanılmaz bir bilgi işleme, okuma ve uygulama sistemi bulunmaktadır.
Hücre alemindeki her şey büyük bir plana hizmet eder.
Her bir gende belirgin bir proteini oluşturacak bilgi, komut mevcuttur.
Vücutta her bir hücredeki DNA 1.8 mt uzunluğundadır.
Tüm DNA düz bir çizgi halinde açılıp, dizilse, Dünya’dan Ay’a binlerce kez gelip gidecek kadar uzun olurdu.
Hücredeki her an devam eden savaş, silahlanma yarışı ve muhteşem bağışıklık sistemi.
Virüsler hücrelerimizi nasıl istila edeceklerini nereden biliyorlar?
Bir kez enfeksiyon kapınca, hücre bu enfeksiyon için antikor yapınca, bu hayatınızın geri kalanında kemik iliğinde saklanır.
Eğer aynı virüsten yine enfeksiyon kaparsanız, bağışıklık sistemi nasıl tepki vereceğini, hangi antikoru yapacağını biliyordur, ve çok çabuk tepki vererek hasta olmanıza engel olur.

Marifetname’den Seğirmeler ve Anlamları

Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname adlı eserinden vücut seğirmelerinin anlamları ve işaretleri hakkında bilgi. Baştan ayağa kadar genel uzuvların seyirmelerini haber verir.

Hepimizin başına gelen ve hatta bazen günlerce sürebilen seyirmeler vücudumuzun çeşitli yerlerinde olabiliyor. Hiç merak ettiniz mi anlamları ne olabilir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin (Kuddise sirruhu) büyük eseri Marifetname adlı eserinden alınan aşağıdaki bilgiler her zaman lazım olabilir. Bu vesile ile Allah (celle celalühü) rızası için Ruhuna bir Fatiha-ı Şerif’i çok görmeyelim dostlar.

Vücut Seğirmelerinin Anlamları, İşaretleri

  • Başın üst kısmının seğirmesi: İyi bir makam ve mevkiden haber verir.
  • Başın ön tarafının seğirmesi: İyi bir devlet bulmaya işarettir.
  • Başın yan tarafının seğirmesi: Sağı ve solu hayırlı eyler.
  • Alnın seğirmesi: Sağda ise eğlence — Solda ise habere işarettir.
  • Kaşın seğirmesinden: Sağ ve sol her yer dostlukla dolar.
  • Kaşın ortası seğirirse: Sağı zevk — solu kederdir.
  • Dil seğirirse: sağı hüzün — solu coşkunluktur.
  • Gözün dışı seğirirse: Sağda kötüleme — Solda ziynettir.
  • Gözbebeğinin seğirmesi: sağ gözde olursa sıkıntı — solda sevinçtir.
  • Göz kuyruğunun seğirmesinde: sağ göz için sevinç — solda maldır.
  • Gözün altı seğirirse: Sağdaki iyiliğe — soldaki mevkiye alamettir.
  • Yanağın seğirmesi: sağda olursa hayır — solda olursa mala işarettir.
  • Burundaki seğirme: sağ tarafta kahır — sol taraftaki mevkiye alamettir.
  • Dudağın üst kısmındaki seğirme: Sağda olursa rızık — solda şenliktir.
  • Dudağın uç kısmının seğirmesi: Sağda zarar — solda esenliktir.
  • Dudak altının seğirmesi: Sağda ve solda daima güzellik alametidir.
  • Seğiren çene: sağda eğlence — solda güzellik işaretidir.
  • Kulağın seğirmesi: Sağda ve solda güzel habere işarettir.
  • Boğazın seğirmesi: sağda mala — solda üzüntüye işarettir.
  • Arka omuzların seğirmesi: Sağda üzün — solda keder alametidir.
  • Kol pazularının seğirmesi: Sağda olursa rızık — solda olursa mala çıkar.
  • Bilek seğirirse: Sağda ve solda iyi habere işarettir.
  • Kolların seğirmesi: Sağda kötüleme — solda ayıptır.
  • Elin bilekleri seğirirse: Sağda mala — solda meşakkate delildir.
  • Elin sırtı seğirirse: Sağdaki üzüntüye soldaki şerefe alamettir.
  • Avucun seğirmesi: her ikisinde de rızık ve mala işarettir.
  • Başparmak seğirmesi: sağda yük — solda üzüntüdür.
  • Şahadet parmağı titreyip seğirirse: Sağ ve solda yeni sebeplere çıkar.
  • Ortak parmak seğirirse: Sağda olursa üzüntü — solda olursa neşedir.
  • Serçe parmak seğirirse: Sağda makam — solda gam işaretidir.
  • Yüzük parmağının seğirmesi: Sağda mal — solda hayır.
  • Göğüs seğirmesi: Sağda hüzün — solda sevinç olur.
  • Meme seğirmesi: Sağda makam — solda sevinç işarettir.
  • Karnın seğirmesi: Sağda kavuşma — solda neşedir.
  • Göbek seğirmesi: Sağda üzüntü — solda esenliktir.
  • Böğür seğirmesi: Sağda mevki — solda rızık alametidir.
  • Oyluğun seğirmesi: Sağda güzellik — solda oğul işarettir.
  • Kasık seğirmesi: Sağda olursa cima — solda yolculuktur.
  • Husyelerin seğirmesi: Sağda çocuk doğumuna — solda kedere işarettir.
  • Makatın seğirmesi: Sağda mal — solda yola işarettir.
  • Baldır seğirmesi: Sağda olursa eğlence — solda yolculuk işaretidir.
  • Diz seğirmesi: Sağda üzüntü — solda sevinç alametidir.
  • Diz altı seğirmesi: Sağda yola — solda kedere çıkar.
  • Bacak seğirmesinden: Sağda mal — solda mevki görünür.
  • Sırtın ortasının seğirmesi: Sağda yol — solda erzak işaretidir.
  • Karın arkasının seğirmesi: Sağda mal — solda ayrılık alametidir.
  • Topuğun seğirmesi: Sağda mal — solda yolculuk alametidir.
  • Ayak arkasının seğirmesi: sağda hüzün — solda esenliğe çıkar.
  • Elin kemiği seğirmesi: Sağda yolculuk — solda mal demektir.
  • Avuç seğirirse: Sağda yola — solda şeref kazanmaya delildir.
  • Başparmak seğirmesi: Sağda mal — solda murada çıkar.
  • İkinci parmak seğirmesi: Sağda ve solda iyi habere işarettir.
  • Ortak parmaklar seğirirse: Sağda ve solda çekişmeye sebep olur.
  • Yüzük parmağı seğirirse: Sağda çekişme — solda sevinç vardır.
  • Küçük parmak seğirirse: Sağda ve solda rızık ve mal demektir.

Eğer bir yerin seyirirse bak ve bu söylediğimiz kaideleri hatırla ve şüpheye düşmeden inan. Bir damar yerinde oynuyorsa onu hareket ettiren Allahü Teala’dır. Damarın sana vermek istediği işareti anla ve arkasından gelecek olanı bekle.